Bakan Tekin Milli Eğitim Bakanlığının verdiği mücadeleyi anlattı

Milli Eğitim'de yapılan icraatları sırasıyla anlattı.

Bakan Tekin Milli Eğitim Bakanlığının verdiği mücadeleyi anlattı
Erzurum 18.10.2024 11:45:00 0

TÜRKİYE’DE DEMOKRATİK SİYASAL YAŞAM İLE İLGİLİ VERİLEN MÜCADELE

Bir dizi ziyaret ve açılışlarda bulunmak üzere Erzurum'a giden Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Yusuf Tekin AK Parti İl Başkanlığının düzenlediği Basın mensuplarıyla buluşma program konuşmasına kendini tanıtarak başladı.

Bakan Tekin'in konuşma  metninde Milli Eğitim'de yapılan icraatları sırasıyla anlattı.
Cumhurbaşkanı kabinesinde Milli Eğitim Bakanı olarak görevlendirilme üzerine bir buçuk yıla yakın bir süre geçti.

Ben Akademisyenim biliyorsunuz. Siyaset biliminin benim alanım. Uzun yılların üniversitelerine siyaset bilimi, siyasal düşünceler tarihi, Türk siyasal hayatı, Türkiye'deki anayasal gelişmeler, anayasa insan hakları ve benzeri dersler verdim. Bir sürü farklı sivil toplum örgütünün içerisinde Türkiye'deki ifade hürriyeti, inanç hürriyeti gibi konularda bazısında teorik ders verme anlamında, bazısında aktivist olarak sürecin içerisinde yer alma anlamında uzun yıllar mücadele ettik.

Kendi alanım itibariyle Türkiye'deki hükümet sistem tartışmalarında daha doğrusu Türkiye'deki yürütmeyle ilgili istikrarsızlık tartışmalarında ana belirleyici unsurun Türkiye'de anayasamızdaki hükümet sistemi formülasyonu olduğunu düşünüyordum. Yüksek lisans ve doktora da sonraki çalışmalarda da hep bu konularla ilgilendim. Yani niye Türkiye'de demokratik siyasal yaşam niye darbelerle bölünüyor?

Şunun için bunu anlattım: Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının ilk yıllarından itibaren de hem parti içinde hem parti dışında farklı ortamlarda tek başlı yürütmenin hem Türkiye'nin toplumsal yapısına hem de çağdaş demokrasi anlayışıyla daha uyumlu olduğu konusunda çalışmalar yaptık.

2011 yılında Gençlik ve Spor Bakanlığında bakan yardımcısı oldum. Böylece akademik ilgi alanlarımızı akademiyle ilgili yürüttüğümüz işlere biraz ara verdik. Yaklaşık iki yıl bakan yardımcılığı yaptım müteakiben gezi olaylar başladığında Millî Eğitim Bakanlığı'nda müsteşar olarak göreve başladım.

Gezi olaylarının müteakip yine biliyorsunuz Türkiye'yi önce 17-25 Aralık, sonrasında da 15 Temmuz'a götüren sürecin aslında başladığı dönemler. Yani 2013 yılı, haziran ayı gibi gezi olaylarını doğru analiz ettiğimizde arkasındaki aklın ne olduğunu ve arkasındaki akılla mücadele etmek için neler yapılması gerektiğini şimdi çok çabuk tahmin edebiliyorsunuz ama o zaman bu tahmini yapmak çok kolay değildi. O tarihlerde bu bahsettiğimiz öngörülerle birlikte dershanelerin dönüştürülmesi sürecini yürüttük. 2013 Kasım’da malum bildiğimiz süreç başladı. Dershanelerle ilgili. Dershaneler kapatıldı.

Bütün bu süreçte Millî Eğitim Bakanlığında müsteşarlık yaptım. 2018 yılında da 2017 referandumu sonrasında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi diye müsteşarlık makamı kaldırılınca tekrar üniversiteye geri döndüm. Yaklaşık 5 yıl üniversitede yine çalıştık. O 5 yılın sonunda da Millî Eğitim Bakanlığına tekrar döndük. Yapılması gereken çok fazla husus bizim müktesebatımızda oluşmuş oldu.

MÜFREDAT DEĞİŞİKLİĞİ
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli diye bildiğimiz eğitim öğretim programlarında yaptığımız revizyon, 2013 yılında yüzlerce çalıştay, benim müsteşarlığım döneminde yüzlerce diyorum bakın çünkü iki yüzün üzerindeki çalıştaya doğrudan benim ya da müsteşar yardımcılarımın katıldığını hatırlıyorum. Onun dışındakileri saymadım bile. Önce bu çalıştaylarda bir müfredat değişikliğine ihtiyaç olup olunmadığı soruldu muhataplarımıza. Sonra bir değişiklik olacaksa bir müfredat değişikliği olacaksa bunun nasıl olması gerektiği şu anda da hazırlıklar başladı.

Söylemeye çalıştığım şey şu: Bizim 2023 Haziran ayından itibaren hayata geçirdiğimiz şeylerin tamamı yıllar öncesinde çalışılmaya başlandı. Müfredat bunlardan bir tanesi.

Başladığımız andan itibaren şöyle bir gözünüzün önünden geçirirseniz; müfredat değişikliğine gelinceye kadar geçtiğimiz yıl yaz aylarında yayınladığımız genelgelerle okullarda cep telefonu kullanılmasının yasaklanmasından okullarımızın bahçelerinin, çocuklarımızın geleneksel oyunlarımızı yani bizim kültürümüzü, değerlerimizi yansıtan oyunlarımızı oynayabildikleri, günde attıkları adım sayısı iki yüzlere kadar düşmüştü ortalama çocuklarımızın. Yani sınıfa giriyor. Eline cep telefonunu alıyor. Hiç çıkmıyor sınıftan. O da sırasından bile kalkmıyor neredeyse. Böyle bir noktaya gelmişti. Bunun ortadan kaldırıldığı, çocuklarımızın bahçede her bir taraftan geleneksel oyunlarımızı oynadığı, bir taraftan da günlük en azından belli aktivite yapabildiği alanlara dönüştürmeye kadar işte okullara velilerin randevuyla girmesinden, devamsızlıktan sınıf tekrarına kadar yani devamsızlığın sınıf tekrarına sebebiyet vermesi, başarısızlığın sınıf tekrarına sebebiyet vermesi uygulamasının tekrar geriye gelmesi. Seçimlik dersler havuzunun revize edilmesi sürecin yürütülmesine kadar geçtiğimiz yaz çok mesela benim çok yıllardır hayal ettiğim şeydi.

Çocuklarımızın ana problemlerinden bir tanesi: Hem Türkiye'deki toplumsal ilişkileri açısından hem akademik başarıları açısından hem de uluslararası göstergeler de bunu çok rahat ortaya koyuyordu; en temel sorunlarından bir tanesi kendilerini ifade problemi. Vakıf değiller ana dillerine, ana dillerine vakıf olmadıkları için annesiyle, babasıyla da doğru düzgün iletişim kuramıyorlar. Sınavda sorulan soruyu da doğru anlamıyorlar. Uluslararası sınavlarda da ana dil okur yazarlığıyla ilgili becerileri düşük.

Dolayısıyla geçtiğimiz yaz mesela çok önemsediğim bir şeydi. Üç tane şey yaptık: Birincisi; Türkçe ile Türk Edebiyatı derslerinde çocuklarımızın sınıf geçme notunu yetmişe çıkardık. Yani yetmişin altında kalacak dedik. İkincisi; bu sınavları yani Türkçe ve Türk Dil Edebiyatı derslerinden yapılan sınavları klasik ya da test yani bildiğiniz sınav olmaktan çıkardık. Dil becerilerini ölçen dört temel beceriyi ölçecek şekilde sınavlara dönüştürdük. Yani okuma, yazma, konuşma ve anlama. Şu anda okullarımızda Türkçe dersleri ve Türk Dili Edebiyatı derslerinin sınavları bu dört beceri üzerinden yapılıyor. Ben bunu çok önemsiyorum. Sonra üçüncü olarak da dilimizin zenginlikleri diye bir proje başlattık. Türkiye'nin her tarafında çocuklarımızın ana dil becerilerini geliştirecek kendilerini daha rahat ifade edecekleri bir şey başlattık. Bunların hepsi normal koşullarda çok büyük lansmanlarla ve çok büyük çalışmalarla duyurulabilecek şeylerdir. Sessiz sedasız bunlar hayata geçti.

ERZURUMA YATIRIMLAR 
İnşallah biz burada Cumhurbaşkanımıza, valimize, büyükşehir belediye başkanımıza her geldiğimizde 2025 yatırım bütçemizde Erzurum'daki ihtiyaçları da gidereceğimize dair bütün planlamalarımızı ona göre yaptık.

Her geldiğimde muhtarlar dahil herkesten bu tür talepleri aldık derledik, toparladık. Bütçe takdimi zaten başladı. 2025 bahar aylarından itibaren de şimdi ise tespit ettiğimiz okullarla ilgili hemen hızlıca temel atmaya da 2025 itibariyle hepsini yapacağız inşallah. Hepsi notlarımız da var yani.

OKUL BAHÇELERİNİN AÇIK TUTULMASI
Okul kapılarını kapatırsak birçok muhitte okul bahçelerimizden daha nezih bir şekilde çocuklarımızın oyun oynayacakları alanlar yok. Bu talep de geliyor bize muhtardan. Diyor ki ‘Siz kapıyı kilitliyorsunuz. Çocukların oyun oynayacağı yer yok.’

Normal koşullarda okul müdürümüz okulun bu anlamdaki eğitim öğretim saati bittikten sonra kendi mesaisi bittikten sonra okulu kapatır gider. Ama muhtardan bir talep geldi. Çocukların top oynayacakları yer yok. O okul müdürü kendi ilçesinde açabilir, bırakabilir. Ama biz bu tedbirleri sadece eğitim, öğretim devam ettiği süre içerisinde alabiliriz ancak.

MESLEKİ EĞİTİMDE YAPILAN DÖNÜŞÜM
AK Parti hükümetleri göreve geldiğinden beri mesleki eğitimi güçlendirme çalışması içerisindeydi. Meslek eğitimle ilgili olarak aslında bizim yaşadığımız temel sıkıntının kaynağı 28 Şubat süreci. Malum 28 Şubat süreci oluncaya kadar imam hatip liselerinin doğal şehrin, toplam ortaöğretim içerisindeki öğrenci oranı yüzde on iki. Yaklaşık yüzde kırk üç, yüzde kırk dört bandında meslek liseleri var. Gerisi de genel ortaöğretim dediğimiz fen lisesi, anadolu lisesi ve benzeri yerlerde.

Fakat 28 Şubat'tan sonra imam hatipler neredeyse kapanma noktasına geldi. Meslek liseleri de öğrenci sayıları yüzde yirminin altına düştü. Yüzde yirminin altına düşmesi bir şey değil. İmaj olarak da insanlar çocuklarını meslek liselerine göndermemeye başladı. Şimdi eğer 28 Şubat sürecinin toplumda yarattığı tahribatı ortadan kaldırmak, kaldırmaya çalışıyorsak, söylüyorsak bu insanların özgürce çocuklarını, meslek lisesine ya da imam hatibe gönderebilmelerini, gönderdiklerinde başlarına herhangi bir iş gelmeyeceklerini, çocuklarının bir de katsayı engeliyle karşı karşıya gelmemesini garanti altını altına almak lazım.

Bence AK Parti'nin iktidarı boyunca yaptığı en önemli işlerden bir tanesi katsayı ile ilgili problemleri ortadan kaldırmış olması. Şimdi şöyle bir tabloyla karşı karşıya kaldık 28 Şubat ile kimse çocuğunu göndermiyor meslek liselerine. Biz bakanlık olarak bir şeyler yapacağız ama aradan geçen yaklaşık 15 yıllık periyot içerisinde meslek liselerimiz kullanılamaz hale gelmiş. Meslek liselerimizde öğretmen kalmamış. Dersi olmayan kişiler emekli olmuş. Branş değişikliğine gitmiş vesaire. Kalan öğretmenlerimiz öğrenci olmadığı için derse giremediği için, sektörden sahadan kopmuş Böyle bir tablo var. Ne yapacağız peki? Böyle olunca bizim müfredatımız yani meslek lisesiyle ilgili müfredatımız da sahadan kopuk. Diyelim ki mobilya üreticisiyim, bizim eski adıyla mobilya bölümlerimizde ara eleman yetişiyor. Oradan ara eleman temin ediyorduk. Şimdi bizim sektörümüzde kullandığımız makinalar araçlar değişmiş. Teknoloji değişmiş. Bizim bilim programımız değişmemiş. Bizim makinemiz değişmemiş. Bizim öğretmenlerimiz orayı bilmiyor. Şimdi burada böyle bir kakafoni vardı tabiri caizse.

2014’te bu biraz önce bahsettiğim dershane kanunu içerisinde bir tane tek bir kelime koyduk. Proje okulu diye bir kavram. Proje okulla ne yaptık? Dedik ki biz bu meslek liselerini de organize etmek istiyoruz. Bunu yaparken de bu aradan geçen zamanda eğitim sistemimizde ve okullarımızda ortaya çıkan hasarın ve depoların ortadan kaldırılması için bu meslek liselerimizin yeniden organize edilmesi sürecinde ilgili sektörü devreye sokalım dedik.

Ne yaptık mesela? Ayakkabıcılarla oturduk. Ayakkabıcılık lisesi açtık. Tıbbi cihaz üreten kişilerle oturduk. Tıbbi cihaz üretimi lisesi açtık. Meslek lisesi adı altında. Erzurum'da da o zaman o benim müsteşarlığım döneminde. Buraya raylı sistemle de ilgili bir lise. Çünkü bu hızlı tren güzergahı üzerinde çok istihdam imkanı olacağını düşündüm.

Bu söylediğim şeyler çok basit gelebilir. Şöyle bir şey var: Şimdi diyelim ayakkabıcılık lisesi yapıyoruz. Şimdi biz ne yaptık? Ayakkabıcılık lisesinin programını yani müfredatını oluştururken dedik ki bu ayakkabıcılık lisesinin müfredatının yüzde altmışı akademik dersler yüzde kırka ayakkabıcılık dersi. Bu yüzde altmışın müfredatını biz yazalım bakanlık olarak. Yüzde kırkı da biz anlamayız. Aradan on beş yıl geçmiş. Bizim okullarımızda bu sektörü takip etmemiş kimse öğretmenlerimiz ayrılmış, öğretmenlerimiz sahadan uzak kalmış vesaire. Tuttuk ilgili oda temsilcilerini, sektör temsilcilerini davet ettik. Bu okulun Programını yazdırdık. Yüzde kırklık kısmının. Yani meslek dersleriyle ilgili kısmını programa yazdırdık.

Yetmedi başka bir şey daha yaptık: Sektör diyor ki ‘programda yazdık ama bu programı seninle öğretmen uygulayacak. Senin öğretmenin bizim fabrikaya gelip hayatında görmemiş tezgahları. Bunlardan haberi yok. Nasıl öğretecek?’ Tamam. Peki ne yapmak lazım? O zaman bir karar daha aldık. Dedik ki bu okullarda ders verme konusunda 657’ye tabi devlet memurları kanununa tabi öğretmenler değil ayakkabıcılar odasının uygun bulduğu bir makineci de gelsin ders verebilsin, bunu yaptık. Bu proje okul formatı içerisinden bir sürü lise açtık. Tekstil lisesinden tutun, işte öbür tarafta futbol lisesi, basketbol lisesi ve benzer liseler. Hepsine aynı mantıkla. Sonra bir sene daha geçti aradan. Gene istediğimiz gibi ilerlemiyor tek tek oturduk. Niye olmuyor bu iş? Ne sıkıntı var? Dediler ki ‘Ya bu çocuklar orada teorik eğitim alıyor, pratik eğitim almıyorlar. Staj yapmaları lazım.’

Dedik: ‘E yapsınlar gelsin sizin fabrikanızdan.’

Dediler: ‘İyi de bu çocuğa işte en azından iki öğün yemek vermemiz gerekiyor. Harçlık vermemiz lazım. Biz veremeyiz.’

Ee çocuk mesleki eğitim yapsın niye yetiştiriyorsun? İşbaşı eğitimi almazsa olur mu? Olmaz. E para ver, vermeyiz. Yani o zaman bununla kavga verdik, çok büyük kavgalardı o zamanlar. Şimdi çok rutin şeyler bunlar. Öğrencimin iş yerine staja gittiği zaman asgari ücretin yüzde otuzu eğitim durumuna göre yüzde otuzu ya da yüzde ellisi kadar çocuğun cebine harçlık koyma uygulaması başlattık. Hem de harçlığını da biz veriyoruz çocuğun. Şu an devam ediyor bu. Yüzde otuz ve yüzde elli.

MESEM’LER
Eskiden çıraklık okulları vardı. Şimdi on iki yıllık zorunlu eğitim ne için geldi? Çocuk üçüncü dördü okumak zorunda. Üçüncü dördü sınıfı okumazsan gelsin çalışsın burada. Hem anayasal olarak yani yasal olarak on iki yıllık rolünde eğitim var. Yine çok radikal bir şey yaptık. MESEM diye bir şey geliştirdik. Ve çocuk eski çıraklık okullarına benzer iş yerinde aldığı eğitimi ve kalan kısmında açık lise kayıtlarını tamamlayarak MESEM üzerinden diploma vermeye başladık. Yani on iki yıllık diplomayı vermeye başladık. 
Arada birileri ya bu para hepsi hiç edildi anlamında söylemiyorum ama işte buradaki işletmenin 15 asgari ücretle çalışan personelinin asgari ücretlinin yüzde otuzunun yüzde ellisini biz devlet olarak ödemiş olduk bu esnada. Ve bu yıl Ağustos ayında mesleki ve teknik eğitim politika belgesi belge yayınladık. Orada da yine sektörden gelen talepler doğrultusunda Mesleki ve teknik eğitimi yapan çocuklarımızla ilgili farklı projeksiyonlar geliştirdik. Mesela sektör içi okul diye bir kavram tanımladık. Dedik ki bu çocuk mesleki eğitimde iyiyse iki üç kişilik bir fabrikada fabrika müdürü bize teorik eğitim edebiyat dersini, matematik dersinin anlatılacağı bir alan göstersin. Ben öğretmenimi göndereyim. Orada edebiyatta yaşanmazsın öğretmen, haftaya. Çocuk o gün okula gelecek, iş bitmeyecek vesaire. Benim anlatacağım akademik dersi, öğretmen orada anlatsın gitsin. Bundan başlayın yeni uygulamalar getirdik. Kuruyoruz OSB'lerin içerisinde yatılı okullar kurma, uygulaması başlatıyoruz ama hepsinden bu yıl güzel sanatlar, spor ve meslek liselerinde, ortaokul uygulaması başlattık. Meslek liseleri bünyesinde, ortaokullar açıyoruz. Yani daha erken yaşta çocukların el becerilerinin gelişmesi eğer mesleki bir yetkinliği, mesleki bir becerisi varsa onu geliştirelim. Aynı şeyi spor liseleri için yapıyoruz. Ankara'da bir tane örneğini kurduk şimdi. Müzik ilkokulu, müzik ortaokulu ve müzik lisesi açıyoruz. Sanat liselerinde benzeri şekilde organize ediyoruz.

ERZURUM’DA GERÇEKLEŞEN KUTLAMALARLA

Evet Şimdi değerli arkadaşlar Atatürk Üniversitesi'nde bir rektörlük değişimi oldu. Şimdi üniversitelerin performansını sadece akademik yayın üzerinden değerlendirmek artık çok demode. Dünyanın hiçbir yerinde ya benim şu kadar yayınım var. Bak ne kadar bir üniversiteyim demiyor kimse. Üniversiteleri değerlendirirken şimdi kullanılan referans noktalarından bir tanesi toplumsal katkı projesi. Yani sen tamam yayın yapıyorsun da içinde yaşadığın coğrafyaya, topluma ne katkın var? Yani bu yayınların bize ne katkısı var, ne faydası var veya toplumsal katkı anlamında ne tür proje ürettin? Ya bunu da anlatmanız lazım. Dolayısıyla bana siz böyle uçuk kaçık projede de gelmeyin rektör adayları olarak. Toplumsal katkı projelerinizdeki bunu sizin sorunuzla ne alakası var? Bunun sorunuzu da şu alakası var. Bakın bu ülkede eğer biz Erzurum, Erzurum'un değerleri, tarihi değerleri, Erzurum'un tarihi misyonuyla ilgili bir şeyler yapacaksa önce üniversitemiz bize Erzurum tarihi değerleriyle ilgili tarihi yeriyle ilgili, toplumsal yapısıyla ilgili bir tırnak içinde AR-GE hizmeti ya da danışmanlık hizmeti sunması lazım bize. Rektör bey atandıktan sonra da kendisiyle konuştuğumuzda ki yanımda il başkanımız, milletvekillerimiz, valimiz de vardı. Ondan istediğim şey şu, üniversitemizin ilgili akademisyenlerle, ilgili birimlerinin valimizin koordinesinde ilimizdeki ilgili kamu sorumluları kimse yani taşra teşkilat merkezi hükümetin taşra teşkilatında kim mesela, İl Milli Eğitim Müdürü, il Kültür Turizm Müdürü Eğitim Fakültemizle de ilgili fakülteleri, il milli eğitim müdürümüzle beraber bizim AR-GE hizmeti satın alınacak paramız yok. AR-GE hizmeti satın alabileceğimiz veya o bu hizmeti alabileceğimiz personelimiz yok. Üniversitede AR-GE hizmeti sunacak bir sürü yetişmiş insan var. Onlar da öyle hizmeti satacakları yer yok. İşte buyurun gelin. Burada konuşalım. Şimdi bu turizm ve tarihle ilgili kısımda da benim isteğim şu. Üniversitemizdeki akademisyenlerimizi biraz bu sürece zorlamamız lazım. Bu tür konular ya bak bin kırk sekiz çok önemli. Dolayısıyla önümüzdeki kültür başkenti yılında bunu merkeze alalım. Bu öyle altı aylık, üç aylık, beş aylık bir akademik beyin jimnastiğiyle üretilebilecek bir şey değil. Bununla ilgili uzun uzun çalışmak lazım. 1071 değil bütün literatüre tarih kitaplarımıza, ilkokul kitaplarımıza, ortaokul her yerde var bu. Bizim bence yapacağımız şey burada üniversitemizde yedi yüz tane profesörümüz var. Hemen hemen her alanda zengin bir kadro birikimi var. Ben rektör beyden bunu istedim. İl Tarım Müdürlüğümüzün bünyesine ziraat ve veterinerlik fakültesinden veya ilgili meslek iş okulları hangileriyse artık oralardan il milli eğitim müdürlüğümüze belli taraflardan, ildeki diğer müdürlüklerimize Bu arkadaşlarımızı işte mesela atıyorum kentleşme ve çevre sorunları kürsüsü büyükşehir belediyemize burada yerel yönetimle ilgili destek verebilirler. Kamu yönetimi bölümünde öyle bir kürsü var çünkü. Bunları hep beraber böyle bir kamusal iş birliğiyle yürütmek lazım. Ben önümüzdeki yani bu kültür başkentiyle ilgili olarak mevcut sürece çok radikal öneriler sokabileceğimizi düşünmüyorum. Yani ben dürüst olayım. Ama iki şey yapabiliriz. Bir ufak tefek müdahaleler yapabiliriz. İşte öneriler var. Mesela deniyor ki 23 Nisan törenlerine Cumhurbaşkanımız katılıyor vesaire. Bu yıl Erzurum'da bunun gibi ufak ufak tefek zenginleştirici şeyler yapılabilir ama onun dışında bunu kalıcı hale getirecek daha radikal öneriler olmaz. Onun notunu aldım. Bilemiyorum. Kültür Bakanlığının bu konudaki politikası, böyle bir hizmet alma politikası var mı? Yok mu? Bilmediğim için bir şey demeyeyim.

ÖĞRETMEN YETİŞTİRME SÜRECİ
Ben müsteşarlık yıllarımdan beri her yıl önümüzdeki yıl için öğretmen ihtiyacımız YÖK'e bir projeksiyon sunarız. Çünkü YÖK bünyesinde öğretmen yetiştirme komitesi diye bir komite var. Biz her yıl oraya deriz ki bizim şu an 2024-2025 eğitim öğretim yılında norm ihtiyacımız branş bazlı olarak şu kadardır.

Şimdi öğretmenlik meslek kanunu ve Milli Eğitim Akademisi diye bir şey kurduk. Ben şimdi diyorum ki ben anayasal olarak özerkliğini kabul ediyorum. Üniversitelerin yetiştirdiği insana karışmıyorum. Üniversiteler bilim insanı yetiştirsin. Üniversitede lisans mezunu yetiştirsin. Ben de bu lisans mezunlarından alayım. Milli Eğitim Akademisi'ne öğretmen yetiştireyim 657’ye tabii. Benim köy sınıfında çalışabilecek, benim tek müdür yetkili öğretmenin olduğu bir okulda çalışabilecek, benim özel eğitim uygulama okulunda çalışabilecek, benim kaynaştırma sınıfımda ders verebilecek, öğretmen ihtiyacım var. Ben kendi ihtiyacıma göre yetiştireyim o zaman. 14 aylık bir periyotla biz kendi ihtiyaçlarımızı gideriyoruz artık bundan sonra. Milli Eğitim Akademisi'nin esprisi bu.

OKULLARIN TEMİZLİK KONUSU
Yaklaşık altmış bin kişi toplum yararına çalışma projesinden bizimle beraber çalıştılar. Bu yıl Çalışma Bakanımız dedi ki biz bu toplum yararına çalışma projesini bitiriyoruz. Dedi ki bunu iş gücü uyum programı adında başka bir programa dönüştürüyoruz. Neden böyle bir şey yapıyorlar? Onlar da kendilerince haklılar Onlar da diyorlar ki biz sigorta primi ödeyerek çalıştırdığımız kişiler yanında kısmi zamanlı insanlar çalıştırmak istiyorlar. Kısmi zamanlı çalışma diye bir program oluşturdular. Yani sizin iş yeriniz var. Sigorta değil de haftada iki gün birisinin bir hizmet satın alıyorsunuz. Evinize temizliğe gelen birisi örneğinde olduğu gibi. Modeli buna dönüştürdüler. Bu kısmi zamanlı çalışmalarda sigortaları işveren tarafından yatırılmıyor. Geldiği gün başına bir ücret çıktı. Biz Çalışma Bakanımıza bizim okullarımızda bu süreci kaldı ki şunu da söyleyeyim ben, bizim altmış beş bin okulumuz var yaklaşık. Elli beş bin tane kadrolu temizlik personelimiz var. Ya bu konuştuğumuz konu kadrolu temizlik personelimizin olmadığı okullar için var olanlar da ki bunlar yaklaşık otuz üç bin küsür. Kırk bine yakın okulumuzda temizlikle ilgili problemimiz yok. Zaten kadrolu elemanımız var. Bu konuştuğumuz konular geriye kalan yirmi, yirmi beş bin civarında okulla ilgili. İş gücü Programı diye bir program oluşturdular. Yani TYP'yi kapattılar. Biz yüz yirmi bin kişi için ilana çıktık Eylül'ün ilk haftası. Aslında başvurular da fena değildi. Yani başvuru olmasaydı istemiyor deyip gidip Çalışma Bakanlığına bunu ya başvuru bile olmadı diyebilirdik ama yüzde seksen oranında başvurular oldu. Yüz bine yakın demektir. Türkiye genelinde. Fakat okullar açıldığında başvuranların yani yüz yirmi bini yüz bine yakını başvuru olduysa başvuranlar da toplamda kırk bine yakın kişi çalışmayı kabul etti. Bir kısmını okullarımızda temizlik problemi ortaya çıktı. Şimdi bu öyle lanse ediliyor ki sanki okullarımızın tamamında bu böyle bir şey yok. Yani tekrar söyleyeyim. Elli beş bin tane kadrolu elemanımız var zaten bizim. 
Dolayısıyla çok az sayıda okulumuzda temizlik problemi yaşandı. Şimdi burada da şöyle bir sıkıntıyla karşılaştık. Eylül ayının üçüncü haftasına geldik. Üç hafta boyunca Cumhuriyet Halk Partili belediyeler okullarda temizlikle ilgilenmediler. Üçüncü hafta Özgür Özel bir açıklama yaptı. Bir talimat verdi. Belediyeler okulları temizlesin. Bir dakika yani. Şimdi Özgür Özel talimat verdi diye mi Ankara Büyükşehir Belediyesi okulları temizlemeye gitmesi lazım? Sen büyükşehir belediye olarak böyle bir sorunun varlığından haberdarsan ilk günden beri yapacaksın. Bu bir. Bunun politika edilmesinden rahatsızım. İki, Mansur Yavaş çıktı. Diğerleri de öyle yaptılar. Ekranlara çıktı. Ankara'daki okulları biz temizliyoruz. Peki ben sana soruyorum şimdi. İki bin iki yüz tane okul var. On bir tanesini Ankara Büyükşehir Belediyesi temizlik yapmış. Ve biz iki bin iki yüz okulda yüz seksen gün temizlik yapıyoruz. Ankara Büyükşehir Belediyesi bir gün temizlik yapmış on bir okulda. Çıkmış Ankara'daki okulları biz temizliyoruz Böyle bir şey söylenebilir mi arkadaşlar? Bu bir. İkincisi burada o beyefendinin sorduğu soruyla paralel bir şey söyleyeyim size. Şimdi Beyoğlu Belediyesi çıktı. Beyoğlu Belediyesi'nin okullara temizlikçiliğe gönderdiği kişilerin içerisinde çocuk tacizcisi var. Değil mi? Sosyal medyada yayınlandı gördünüz. LGBT var, bilmem ne var. Ben diyorum ki bir belediye okullarımızı temizlemek istiyorsa, bunun usulü bellidir. Gider il milli eğitim müdürümüze, kaymakama der ki ben protokol yapmak istiyorum. Ben bir il milli eğitim müdürlerimize ve valilere söyledim. Bir belediye, ilçe belediyesi okulları temizlemek istiyorum diyorsa bir tane şartım var. Şov yapmayacak. Mesela Yüz tane okul var. Belediye başkanı ben okulları temizliyorum diyorsa yüz okulu, yüz seksen iş günü temizleyeceğine dair bir protokolün altına imza atılacak. Belediyenin hangi partiden olduğuyla ilgilenmem ben. Ama ben kamu hukuku bilen bir insanım kim olduğunu bilmediğin, ne yapacağını bilmediğin bir adam sabah arayarak gelip okula girer. Okulun içinde ben belediye adına temizliğe geldim dersen bu idare hukuku açısından nezaketsizlik, hukuksuzluktur. Ben de çıktım dedim ki yani Özgür Özel'in böyle bir talimat verme yetkisi yok eğer bir talimat verecekse Cumhuriyet Halk Partisi il ve ilçe teşkilatlarının temizlenmesi talimatını versin. Bundan daha doğal bir şey olmaz yani. Oralardan izin vermeyiz sana ait. Öbürü valiliklerin yetkisinde. Dolayısıyla temizlikle ilgili mevzuda sadece iki hafta problem yaşadık. O iki hafta boyunca da okullarımızın tamamında değil, çok az okullarımızda yaşandı. Çünkü rakamlar ortada. Benim zaten kadrolu temizlik elemanlarım var. Okul aile birliğinde çalışanlarla beraber yetmiş bin kişiye yaklaşıyor bunlar. Ya orada zaten yetmiş bin kişi var kaldı ki il müdürleri toplantısında da ben il müdürlerimize şunu söyledim. Aynı okulda birden fazla temizlik görevlisi varsa bu süre içerisinde arkadaşlarımızı tesislerimizde olmayan okullara geçici görevlendirin. O tedbirleri de aldık. Hazine ve Maliye Bakanımızla da konuştuk. Önümüzdeki yıl bizim daha önce söylediğim kalıcı çözümümüzü hayata geçireceğiz biz. Bu TYP ile uğraşmayacağız önümüzdeki yıl. Onunla ilgili şu an görüşüyoruz.

YABANCI DİL 
O da yabancı dille ilgili şimdi şöyle bir şey söyleyeyim size arkadaşlar. Daha önce başlattığımız süreç var bizim. Biz şu analizleri yaptık yabancı dille ilgili. Biz çocuklarımıza acaba nasıl yabancı ders veriyoruz? Yani on iki yıl boyunca yabancı dil saatimiz dünya ülkeleriyle kıyaslandı. Ortalama bir OECD ülkesinde anadil dışındaki bir dilin öğrenilmesi için ayrılan sürenin iki katı kadar, bin iki yüz yani benim çocuğum bin iki yüz saate yakın okula gidiyor okulda yabancı dil dersi alıyor. Bitirdiğinde altı yüz saat ders almış kadar konuşamıyor ya da bilmiyor. Peki niye böyle? Sebep? Sebepler üzerine de konuştuk. Bir sürü analizler yapmıştık. En önemli sebeplerinden bir tanesi şu. Ben iki bin on dört ve iki bin on beşte İngiltere'de bir toplantıda oradaki bir yetkili dedi ki sizin Türkiye'den gelen çocuklar bizim çocuklardan daha iyi bizim gramerimizi biliyorlar Biz çocuklarımıza test sınavında sormak üzere gramer öğretiyoruz. Bunun üzerine dönüşte biz bir pilot uygulama başlattık. İki bin on altı yılında. Yoğunlaştırılmış yabancı dil uygulaması. Bu okullarda bu yoğunlaştırılmış programı uyguladık. Ortaokul birinci sınıflarda haftada on sekiz saate kadar yabancı dil dersi verdik. Bu okullarda verdiğimiz yabancı dil derslerini biraz önce Türkçe ve Türk Dili edebiyatı dersiyle ilgili söylediğim gibi Dört beceri üzerinden ölçecek bir ölçme değerlendirme sistemi geliştirdik. Sonra bu uygulama başarılı olursa devamını getireceğiz demiştik. Aradan beş yıl geçti biz ayrıldık geri geldik. Uygulama çok başarılı. Şimdi aynı uygulamayı başlatıyoruz tekrar. Bu birincisi. İkincisi yabancı dil kitaplarıyla ilgili kısımda da şunu söyleyeyim. Yabancı dil kitaplarımız da biz o tarihte bu bahsettiğiniz sizin işte uluslararası Oxford, Cambridge ve benzeri kitaplara ben söyledim. Biz sizin kitaplarınızı alalım. Milli Eğitim Bakanlığı olarak. Ama Talim Terbiye sizin kitaplarınızı onaylasın. Talim Terbiye onaylamazsa olmaz çünkü benim müfredatım, benim değerlerim vesaire hani bu benim açımdan önemli. Bizim talim terbiyenin onayına girmediler. Girmeyi kabul etmediler. Sonra ne kadar bu konuya vakıfsınız bilmiyorum. Cambridge yayınları, İngiliz Kraliyet ailesinin mülküdür, özel mülkü. Cambridge için İngiltere Büyükelçisi geldi. Bizden ricacı oldu. Ben de söyledim yani. Bir maliyet olarak bize uygun maliyetleriyle onayını kabul ederseniz okuturuz. Şu anda kabul ettiler. Ne gireceğiz diye sonra biz ayrıldık oradan. Şimdi döndüğümde ilk müfredatımızı da değiştirdiğimiz için yabancı müfredatımız bu yirmi altı dersin içerisinde değil. O şu an gene değişiyor. O da biraz önce söylediğim minvalde değişti. Bu yapacağımız için çocuklar çok şikayetçiler. Şimdi dersler beceri üzerine. Öğretmen çocuğu karşısına alıyor ne konuştular bugün? Bitkilerle ilgili şey konuştular. Mesela eskilerle ilgili çocuğum veya inanılmaz çocuklar şakır şakır korkuyorlar yabancı dili. Hiç korku yok. Arapça'yı da konuşuyorlar. İngilizceyi de konuşuyorlar.

DÖRT ARTI DÖRT ARTI DÖRT, KURSLARDA ÇALIŞAN ÖĞRETMENLER VE MÜFREDATTAKİ YENİLİKLER 

Şimdi bak arkadaşlar biraz önce söylediğim devasa değişikliklere rağmen içinde çok değişiklikler var size söyleyebileceğim. Mesela bunlardan bir tanesi işte Orta Asya ifadesini kaldırdık müfredatta. Çünkü Orta Asya Rusya'nın Orta Asya işgali sonrası ürettiği sömürgeci bir kavram. Türkistan, kullanıyorsun. Mavi vatan, Adalar Denizi mesela Tehcir Kanunu, tehcir kullanmadık. Niye kullanmamış olabilir tehcir? Veya tehcir ne anlama geliyor belki bir insanı zorla yerinden edip yani kelime anlamı bir zorla hicret ettirme. Peki niye böyle diyoruz? Çıkartılan kanunun adı ne? Şimdi sen çocuğa tehcir diye öğretirsen çocuk da yarın bir gün Ermeni soykırımı ile ilgili bu Avrupa'da bir toplantıdaki abi ya benim de aklımda tehcir diye kalmış. Tehcir de aslında aynı şey. Zorla adamları göndermişiz anlamına gelir. Şimdi bu ufak tefek şeyler aslında çok önemli algı oluşturabilecek şeyler sizin sömürgeyle ilgili sömürgecilik ve emperyalizmle ilgili söylediğiniz şey bakın biz inkılap tarihi dersini, Cumhuriyet tarihi dersini buluşturduk. O kadar önemli bir şey ki söylediğim şey. Ve bunun içerisine Demokrasi üzerindeki vesayetçi çalışmaları da koyduk. Dünyadaki sömürgeci, emperyalist baskılar da bunun içerisinde. O yüzden benim çok önemsediğim bir şey. Müfredatımız özellikle tarih müfredatımızı bir okuyun. Biz binlerce yıllık devlet geleneği olan bir topluluğuz. Benim çocuğum tarih dersini aldıktan sonra önünde iki tane seçenek kalıyor. Ya Osmanlı'ya düşman olacak, ya cumhuriyeti sevecek. Ya cumhuriyete düşman olacak Osmanlı sevecek. Ya böyle bir şey olur mu arkadaşlar? Ya burada nasıl toplumsal barış sağlayacağız, nasıl atalarımıza saygıyı öğreteceğiz? Yani bir çocuğu şu ikilimle karşı karşıya bırakırız. Abdülhamit mi Atatürk mü? Niye böyle bir şey yapalım arkadaşlar? Niye yani? Niye bu işkenceyi kendimize yapıyoruz? Bizim tarih müfredatımız bu anlamda Türk devletleri arasında Türk devlet geleneği arasında devamlılık üzerine kurgulandı. Yani bir Osmanlı'yı çizdik, attık, buruşturduk, çöpe attık. Sıfırdan yeni devlet kurduk deyin. Bu konu benim akademik bilgi alanım. Mustafa Kemal Atatürk ilkokul öğrencisiyken yani yedi sekiz yaşında bir çocukken Misak-ı Milli sınırlarını çiziyor. Nasıl çizebilir arkadaşlar? Ya bana bir sorunun cevabını verin ya. Demek ki devlet tarih dersinde bu çocuğa bir şekilde diyor ki bizim asıl elimizde kalabilecek coğrafya burası. Buraya sahip çıkın evladım diyor, öğretiyor. İkinci Abdülhamit beşinci yılında Misakı Milli sınırları içerisindeki illerde hükümet binaları, saat kuleleri, idariler kışlalar yapıyor. Yaptıklarının tamamı Misakı Milli içerisinde kalıyor. Şimdi bütün bu eserlerini Misakı Milli sınırları içinde yapan İkinci Abdülhamid'le ilkokulda Misak-ı Milli sınırlarını çizen Atatürk'ü birbirinden ayrı nasıl düşüneceksiniz? Bunu yaptığınız zaman tarihe, atalarımıza ihanet etmiş olmuyor musunuz? Biz bunu yapmak istedik. Yani okuyun göreceksiniz.

Arkadaşlar bakın ısrarla bir şey söylüyorum Milli Eğitim Bakanı olarak ben şu anda ÖSYM başkanından 2024 YKS AYT oturumlarındaki soruların kazanımlardaki ve bizim kitaplarımızdaki karşılığımızı rapor olarak istedim. Ben müsteşarken de istiyordum. Ben şimdi diyorum ki çocuklara üniversiteye hazırlanan çocuklar hiç başka bir şey yapmanıza gerek yok. Bizim müfredatımız, bizim kitaplarımız, bizim EBA'ya yüklediğimiz şeyler sizin üniversiteye hazırlamanız için yeterlidir. İlave bir kursa kaynağa ihtiyacınız yok. Şimdi bunu çok net olarak söylüyorum. İlave bir şeye ihtiyacınız varsa gidin okul müdürüne deyin ki ben ilave olarak onuncu sınıf matematik takviyesi almak istiyorum. Okul müdürüm sana DYK kursu açmak zorunda mevzuata göre. Ayrıca bir şey daha söyleyeyim. Orada çok haklı Matematik modelinde matematik müfredatımızda ne hikmetse integral tartışıldı. Integral niye çıkartıldı? Niye integral tartışıldı? Bir araştırdık. Kim bunu kamuoyuna şey yapıyor? Kim biliyor musunuz arkadaşlar? Dışarıda özel ders veren matematik öğretmenleri. Çünkü en çok müşteri integralden geliyor.

DİJİTAL BAĞIMLILIK VE HALK EĞİTİM MERKEZLERİ 

Şimdi arkadaşlar dijital bağımlılıkla ilgili biz zaten bir sürü çalışmayı kamuoyuyla paylaştık. Yani biraz önce şöyle diyeyim. Okula cep telefonunun girişinin yasaklanmasının bununla çok yakın alakası var. Benzeri bir sürü tedbir aldık. Akran zorbalığıyla ilgili hakeza şimdi önümüzdeki günlerde bir konu daha tartışmaya açılır kamuoyunda. Okullarımıza çocuk kaydediliyor. Bir mesela sizin çocuğunuz var ya sen çocuğun 72 aylık ama gelişiminden çok mutlu değilsin. İstiyorsan bir sene erteleyebiliyorsun. Bir sene ertelediğin zaman çocuğun kaç aylık oluyor? 84 aylık. Ama sen çocuğun 66 aylık gelişiminden bir şikayeti yok evde eşim çalışıyor, çocuğu okula yazdıralım, kurtulalım diyorsun. Sen de yazdırıyorsun, ben de yazdırıyorum. Aynı sınıfta iki tane çocuk var. Biri 66 aylık. Biri 84 aylık. Yani aralarında bir buçuk yaş fark var. Dolayısıyla akran zorbalığıyla ilgili önemli konulardan bir tanesi burası. Başka tedbirlerimiz de var. Kamuoyuyla paylaştık.

Ama bu halk eğitim merkezleriyle ilgili kısım muhtemelen size çok soru geldiği için onu bir iki cümle onu söyleyeyim. Çünkü orası önemli. Şimdi halk eğitim merkezlerimizde olgunlaşma enstitülerimizde ve ihtiyaç duyduğumuz bazı yerlerde usta öğreticisi ücretli öğretmen başlıklarıyla kişi çalıştırıyorduk. Nedir bu? Bu kişi herhangi bir sabit ücret almaz. Bu kişi sadece girdiği ders saati karşılığında ders ücreti alır. Tamam ben diyelim ki kursu veriyorum. Her sene açıyorum kursumu ama kaç kurs açacağımı bilmiyorum. Ben de bilmiyorum bakan olarak. Kursu veren hoca da bilmiyor. Ne yapıyoruz biz? Sadece o ders için değil, başka dersler için de böyle. Başka beş bine yakın kurs var bizim halk eğitimlerde bu şekilde açtığımız. Kaç saat kaç kurs açılacağını bilmiyoruz. Onun yerine biz bütçeye şöyle yazıyoruz. Tahmini olarak. Altmış milyon saat, usta öğreticiler söyledi. Her yıl böyle yapıyorduk. Altmış milyon saatin altında kalırsak zaten bütçe sınırları içerisinde sorunumuz yok. Altmış milyon saatin üstüne çıkarsak Hazineye Maliye Bakanı'nı, Cumhurbaşkanımız Strateji Başkanımızla konuşup bütçe üstü ödeme olarak onu bize veriyorlar diyor. Görülemeyen harcama olarak. Fakat mesela geçen yıl 64 milyon saat kotamız var. Yüz milyon saat kurs açılmış. Hiçbir sıkıntı yaşamadık. Ödedik. Fakat bu sene şöyle bir şey oldu. Cumhuriyet Halk Partisi bu şekilde ödeme yapmamızı mümkün kılan yasal düzenlemeyi araştırmak için başvurdu. Anayasa Mahkemesi de Temmuz ayı içinde bu yasal düzenlemeyi iptal etti. Şimdi biz de, bütçede tanımlamış 64 milyon saatle sınırlıyız. Yani 64 milyon saatten fazla açamayız çünkü ücretini ödeyemiyoruz. İki, zaten o 64 milyon saati doldurduk şimdiye doldu. O yüzden şimdi Halk Eğitim Merkezlerindeki kursları açamıyoruz. Bunun konunun tasarruf tedbirleriyle bir ilgisi yok. Tamamen Cumhuriyet Halk Partisi'nin açtığı iptal davasıyla karşı karşıya kaldığımız hukuki sorun. Şimdi bunu grup başkanımızla da konuştuk. Yasa değişmesi gerekiyor ama şimdi şöyle bir durumla da karşı karşıyayız. Ahlaki olarak. 2025 bütçesi meclise sevk edildi. Bütçe görüşülmeden önce bütçe dışı ödemeyle ilgili yasal düzenleme yapıyorsunuz. Şimdi bu da yani çok tutarlı bir davranış değil. Savunulur bir tarafı yok. Ne bu efendim? Ocakta normal başlayacağız ama bütçede bize tanımlanmış saat kadar işte 70 milyon saat civarında bir şey olacak. O bizim işimizi görüyor. Eğer aşmak durumunda olursak yasal o bütçeyle ilgili konuştum. Yasal düzenleme olursa olur.

MİLLİ EĞİTİM AKADEMİSİNİN ERZURUM’DA OLUP OLMAYACAĞI, SPOR LİSESİ VE ÖĞRETMEN ATAMALARI SORUSU ÜZERİNE;

Hizmet içi eğitim birimimiz hukuken kapanmak zorunda artık. Neden? Öğretmen yetiştirme genel müdürlüğüne bağlı. Öğretmen yetiştirme genel müdürlüğü kapandı artık. Dolayısıyla hizmetle ilgili bir karar vereceğiz. Ne yaparız oraya artık? Ona bakmak lazım. Bir. İkincisi daha önce açıklamıştım ben. Öğretmen akademi yani Milli Eğitim Akademisi kuracağız. Bir tanesi de burada olacak diye. Hizmet içi eğitimi, Milli Eğitim Akademisi'ne dönüştürmüş olacağız. Ama bir Ocak iki bin yirmi beş tarihi itibariyle. Öyle tanımladık kanunda. Onu söyleyeyim bir. İkincisi bu öğretmenevinin yeriyle ilgili Evimiz de çok eski bir bina. Öğretmeneviyle ilgili şimdi başkanımızla da konuşacağız. Öğretmenevini hem biraz büyük hem de daha iyi hizmet verecek bir pozisyona taşımak istiyoruz. Onu da gündemimize alacağız. Aldık daha doğrusu da şimdi başkanımız da yeriyle ilgili konuşacağız nerede olabilir diye. Diğer konu basketbol lisesine ben kış sporları lisesine Ahmet Akça sponsor olacaktı. Turkcell kış sporları lisesi diye yapıyorduk yetişmedi, ömrü yetmedi. Başlasaydık belki o zaman devam edip gidecektim. Şimdi tabii büyük bir yatırım. Yani bizim o zaman çizdiğimiz proje ilkokul, ortaokul, lise ortasında bir spor salonu ve pansiyon, benzeri tesisler yaklaşık 20 milyon dolar bir yatırım bütçesi olan bir okuldu. Şimdi de birkaç hayırseverle konuştuk. Hatta Bir hayırsever önce kabul etti. Tam protokolümüzü alacakken işte ekonomik konuları gerekçe göstererek biraz zaman dedi. Sonra bir hayırsever bulduk. O da önce evet dedi sonra farklı bir gerekçeyle o da biraz zaman istedi. Yani büyük bir yatırım olduğu için böyle her hayırsever de topa girmiyor. Ama biz önümüzdeki yıl ona bir başlangıç olarak bu okullardan herhangi bir genel bütçeden yani bizim kendi bütçemizden koyup başlamayı planlıyoruz. Onu ben önemsiyorum. Tarım meslek lisesiyle ilgili de oturup bu konuyu daha detaylı konuşmamız lazım. Ben her geldiğimde gündeme aldığımız konulardan bir tanesi Erzurum'da hayvancılık ve ziraatla ilgili sektörün gelişmesi için ara eleman ihtiyacı ama sektörün gelişmesi aynı zamanda kamu politikalarının da o konuda evrilmesiyle alakalı. Onu Tarım Bakanımızla da ben konuştum tarım meslek okulunu şimdi ona göre revize edelim istiyorum.

ÖĞRETMEN ATAMALARI
Şimdi bu bütün buradaki gündemi domine etmemesi için her yerde söylediğim şeyi söyleyeyim. Şimdi biliyorsunuz arkadaşlar bir yönetmelik değişikliği yaptık. Yönetmelik değişikliğini yapmasaydık Öğretmen atamaları şöyle yapılıyordu. KPSS puanı itibariyle üç katı aday yani atayacağımız rakamı üç katına mülakata çağıracaktık. Mülakata çağrılan kişiler sıfır nokta başlıyordu. Mülakatta aldıkları not atama yüzde yüz atama notu oluyordu. Biz şimdi mülakatla ilgili güvenlik ve adaleti temin edici bazı tedbirler aldık. Ve ondan sonra da dedik ki mülakat yüzde elli KPSS yüzde elli olacak. Yönetmelik yani mülakata karşı çıkan kişilerin ve adayların lehine olacak bir biçimde değişiklik yaptık. Sonra da mülakatları yaptık. Yani bizim sistemimizi önceki sisteme göre aday yüzde yüz mülakat notuyla atanacak. Bizim sistemimize göre KPSS sistemin yüzde ellisi, adayın mülakat notunun yüzde ellisi. Bu mevzuyu anlamakta zorlanan bu işi şova dönüştürmek isteyen siyasetçiler ve sendikalar bizim yönetmeliğimizin iptali için Danıştay'a başvurdu. Şimdi bir burada idare hukuku okuyan var mı bilmiyorum. İdare hukuku derslerinde bizim öğrettiğimiz ilk şey idari yargıda dava açma hakkı ve menfaati ihlal edilen kişiler dava açabilir. Yani bir milletvekili bir siyasi partinin grup başkanı, grup başkanı vekili gidip de idari yargıda böyle ben bunu beğenmedim dava açamazsın. Dava açabilmesi için hakkının ve menfaatinin ihlal edilmesi gerekiyor. Şimdi adam dava açmış, koskoca bir ana muhalefet partisinin grup başkan vekili, genel başkan yardımcısı diyor ki Bakan benim davamı reddettirdi. Bu hukuk bilmemezlik bana ne yani dava aç ama adamın davası reddedilince beim  reddettiğini söylüyor. Hiç alakası yok dolayısıyla davalar açıldı. Davalarla ilgili Danıştay kararlar verdi. Yürütmeyi durdurma işlemlerini reddetti. En son bu hafta açılan davalardan en son yürütme durdurma talebine ilişkin geldi. Hepsinde de oy birliğiyle üç hukuki normlara uygun olduğu için yürütme durdurma talepleri reddedilmiştir ifadesi var. Dolayısıyla mülakat sonuçlarını yakın zamanda açıklayacağız.

 


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.